Sağlık

Erkek Egemenliği Üzerine Kurulan Toplumlarda Psikanalistlerin Tartıştığı Konu: Rahim Kıskançlığı

Yıllar geçtikçe, ‘ataerkillik’ kavramı her zaman gündemde olan bir konu olmuştur. Erkek egemenliği olarak tanımlayabileceğimiz ‘ataerkillik’, kadın bedeni üzerine yorum yapma cüretini doğurmuştur. Psikanalistlerin bu kavramdan yola çıkarak ortaya attığı ‘rahim kıskançlığı’ kavramını duydunuz mu? Gelin hep birlikte psikanalistlerin görüşlerine bir göz atalım…

Takdir edersiniz ki toplumsal cinsiyet, tarihin ve yaşamın pek çok alanında en çok tartışılan konuların başında gelmektedir.

Kadınların, erkeklerin, LGBTQ+’ların ve kendilerini toplumdaki herhangi bir rastgele kimlikle özdeşleştiren insanların rolü birçok profesyonel tarafından tartışıldı, hatta birçok araştırmaya konu oldu.

Bu çalışmalara eşlik eden isimlerden biri de doğal olarak Freud!

Psikolojinin öncüsü kabul edilen Sigmund Freud, toplumsal cinsiyet kavramına farklı bir bakış açısı getirdi!

Freud’un ortaya attığı “penis kıskançlığı” kavramından sonra psikanalist Karen Horney’nin “rahim kıskançlığı” kavramı sizce nasıl fiyatlandırılıyor?

Karen Horney, Freud’un kadın ve erkeklerin toplumdaki yerini gerçekten kavramadığını düşünüyor. kendisi; Kadınların ‘penislerini’ kıskanmadıklarını, sadece erkeklerin toplumdaki yerlerini ‘kıskandıklarını’ sözlerle ifade ediyor. Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar, telaffuzlarına göre bireylere çocukluktan itibaren aşılanır. Günümüzde kendine daha güçlü bir yer bulan ‘rahim kıskançlığı’, erkeklerin artık bu ataerkinin harekete geçirdiği gücü bulamadığının altını çiziyor.

“Penis kıskançlığı” ne anlama geliyor?

Penis kıskançlığı, kızların penisleri olmadığını anladıklarında başlarının büyük belaya gireceği teorisidir. Teoriyi icat eden Sigmund Freud, penis kıskançlığının akıl hastalığını dolaylı olarak etkileyebileceğine inanıyordu.

Ancak penis kıskançlığı kavramını destekleyecek hiçbir bilimsel kanıt yoktur! Bu nedenle Freud birçok psikanalistten eleştiri almıştır.

Buna karşılık, penis kıskançlığı kavramı, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde yaygın bir teoriydi. Bugün ruh sağlığı uzmanları bu teoriyi uygulamamaktadır.

Freud kadınların gücünü anlamadı mı?

Pek çok toplumsal cinsiyet kuramına göre erkekler, tarih boyunca beden kavramının ve nesnelleştirmenin birçok yönüyle ‘öncü’ olmuşlardır. Ama sadece bu değil! Antik çağda ön planda olan ataerkilliğin eski etkisini yitirmesi, kadınların iş dünyasında kendilerine yer bulması bu nedenle erkeklerin, kadının ‘doğum yapma özgürlüğü’ konusunda yorum yapmasına neden oluyor. Baktığımız zaman ‘rahim kıskançlığı’ kavramı ataerkillikle beslenen toplumun kadın bedeni ve ‘doğurganlık özelliği’ne yönelik yorumunun altını çizmektedir.

“Rahim kıskançlığı” içselleştirilmiş bir aşağılık kompleksinden mi geliyor?

Erkeklerin kadınları kontrol etmesinin yeni bir şey olmadığını takdir edeceksiniz! Erkek egemenliğinin örnekleri tarihin birçok yerinde görülebilir. Mantıken, eğer hanımlar olmasaydı, hükümdarların halefiyetini devredebilecekleri bir oğulları olamazdı. Bu nedenle soylarını aktaramadılar.

Tarihteki “rahim kıskançlığının” örneklerinden biri de Henry’nin karısı Anne Boleyn’i “oğlu olmadığı için” idam etmesidir!

Daha derine inecek olursak, bu süreçte Kral Henry’nin Anne Boleyn’e bir oğul için sahip çıktığını söyleyebiliriz. Teorisyenlere göre Kral Henry, eğer yapabilirse bir erkek çocuk doğurmak istiyor ve kadınların bu süreçte ‘üretme’ ve ‘üreme’ yeteneklerini kıskanıyor.

Peki günümüz psikanalistlerinden Julia Kristeva “rahim kıskançlığı” hakkında ne diyor?

Kristeva, ‘rahim’ kavramının ataerki üzerine kurulu toplumlarda ‘ürkütücü’ ve aynı zamanda ‘arzu edilen’ bir olgu olduğunu düşünüyor. Ayrıca annelik içgüdüsünün toplumsal düzende genellikle sadece anneleri ilgilendirdiğini ve ‘sevgi’ kavramının ancak annelik kavramı üzerinden ilerlediğini vurgular.

Kristeva bu konuyu hem “göstergebilimsel” hem de “sembolik” olarak ele alıyor.

‘Semiyotik’ (göstergebilim veya semiyoloji), göstergelerin veya anlamlandırma süreçlerinin yorumlanmasını içeren tüm faktörlerin incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır. ‘Sembolik’, dilin kural tabanlı biçimi olarak tanımlanır. Çoğunlukla ‘simgesel’ olan dil, dilbilgisi ve cümle yapılarında kendini gösterir. Her iki kavram da birbirine zıt olsa da teorilerde ortak bir paydada buluşmaktadır.

Rahim kıskançlığının “semiyotik” veya “sembolik” bir yönü var mıdır?

Kristeva dilin anlamlandırma sürecini göstergebilimsel ve simgesel ayrımı yaparak analiz eder ve ‘bu iki yöntemin birbirinden ayrılamaz’ olduğunu belirtir. Kristeva ayrıca göstergebilimi, biyolojik (cinsel dahil) farklılıkların ve somut, tarihsel aile yapılarının nesnel kısıtlamaları tarafından kurulan bir eklemlenme olarak tanımladığı simgesel kavramıyla karşılaştırır. Göstergebilim ise bireyle ve onu oluşturan güçler değiştikçe gelişir.

Ne düşünüyorsun? Yorumlarda buluşalım!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu